Tekno Liman

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Bilgi
  4. »
  5. Bir zamanlar kayıp kalmış şehirler: Arkeolojinin izinde

Bir zamanlar kayıp kalmış şehirler: Arkeolojinin izinde

Tekno Liman Tekno Liman -
59 0

Arkeoloji, tarihin sahnesinden kaybolmuş eski uygarlıkları keşfetmek için önemli bir araçtır. Antik şehirleri keşfetmek, bizlere geçmişteki yaşam tarzlarını anlama ve modern dünyamıza değerli bilgiler kazandırma fırsatı verir. Günümüzde, halen araştırılmamış veya keşfedilmemiş birçok antik şehir var. Arkeolojik kazılar ve araştırmalar sayesinde birçok şehir keşfedildi ve tarihin sayfalarında yerini aldı.

Bu kaybolan şehirlerin keşfi heyecan verici ve öğretici bir macera olabilir. Kaybolmuş şehirler arasında Pompei, Göbeklitepe, Mohenjo-Daro, Petra ve Ani gibi birçok şehir de bulunmaktadır. Bu eski şehirlerin hepsi kendi hikayeleri ve eserleri ile birbirinden farklıdır. Çoğu antik şehirlerin devastasyona uğraması nedeniyle, önlerinde uzun bir arkeolojik yol var.

  • Antik şehirlerin keşfi, inanılmaz derecede heyecan verici bir macera olabilir
  • Birçok şehir halen araştırılmamış veya keşfedilmemiştir.
  • Antik şehirleri keşfetmek, tarihin sayfalarında önemli bir yer tutar ve modern dünyaya değerli bilgiler kazandırır.

Birinci Şehir: Pompei

Pompei, İtalya’nın güneyinde, bugünkü Napoli’nin yakınlarında yer alan antik bir şehirdir. Şehir, MÖ 79 yılında Vezüv Yanardağı’nın patlaması sonucu yok olmuştur.

Pompei, yaklaşık 20.000 kişilik bir nüfusa sahip olan bir Roma kenti olarak bilinir. Şehirdeki evler, mağazalar, tiyatrolar ve anıtlar, Roma İmparatorluğu’nun görkemli mimarisinin bir örneğidir.

Yanardağ patlaması sonrası Pompei, tarihi mirasın ortaya çıkarılması için harika bir fırsat sunmuştur. Pompei kalıntıları, arkeologların ilgisini çekmiş ve günümüzde turistlerin ilgi odağı haline gelmiştir. Şehirdeki sıradan günlük yaşamın detaylarını ve antik döneme ait izleri görmek için Pompei’yi ziyaret etmek mümkündür.

Pompei, dünya tarihindeki en önemli arkeolojik sit alanlarından biridir ve büyük bir tarihi önem taşımaktadır. Pompei, dünya genelinde antik şehirler arasında önemli bir yere sahip olmaya devam etmektedir.

İkinci Şehir: Göbeklitepe

Göbeklitepe, Şanlıurfa’da yer alan 12 bin yıllık tarihe sahip olan bir antik şehirdir. Yıllar boyunca toprak altında kalan Göbeklitepe, arkeolog Klaus Schmidt tarafından keşfedilmiştir. Göbeklitepe’nin keşfi, insanlık tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. Çünkü bu şehir, insanlık tarihinde bilinen en eski tapınak olarak kabul edilmektedir.

Özellikleri Bilgi
Tarihi 12 bin yıl önceye dayanır
Yeri Şanlıurfa, Türkiye
Bulunma şekli Toprak altında keşfedildi
Önemi En eski tapınak olarak kabul edilmektedir

Göbeklitepe’nin önemi, insanlık tarihindeki inanç sistemleri hakkında bilgi vermesi ile ilgilidir. Burada yer alan tapınakların yapıldığı dönemde, insanlar henüz yerleşik hayata geçmemişlerdi. Bu nedenle Göbeklitepe, insanların sadece kendilerine ayrılan bir bölge oluşturdukları, topluca inançlarını yaşadıkları bir mekan olarak düşünülmektedir.

  • Göbeklitepe, insanlık tarihindeki inanç sistemleri hakkında önemli bir kaynak teşkil etmektedir.
  • Burada yer alan tapınakların yapıldığı dönemde insanlar henüz yerleşik hayata geçmemişlerdi ve topluca inançlarını yaşadıkları bir mekan olarak düşünülmektedir.
  • Arkeolojik olarak Göbeklitepe, insanlık tarihindeki bilinen en eski tapınak örneği olarak kabul edilmektedir.

Keşif Hikayesi

Göbeklitepe’nin keşfi, arkeoloji tarihinin en önemli keşiflerinden biri olarak kabul edilmektedir. 1963 yılında bölgede yapılan bir araştırmada, T-pillar adı verilen devasa sütunların varlığı keşfedildi. Ancak o dönemde sütunların ne anlama geldiği hakkında herhangi bir fikir yoktu. Aradan geçen yıllar boyunca, bölgede yapılan arkeolojik kazılar sonucunda, Göbeklitepe’nin 12 bin yıl öncesine ait olduğu ve tapınak amaçlı kullanıldığı ortaya çıktı.

Göbeklitepe’nin keşfi, insanlık tarihi açısından oldukça önemlidir. Zira bölgede yapılan kazılar sonucunda, insanların daha önceden kabul edilenin aksine avcı-toplayıcı topluluklar değil, tarımı öğrenerek yerleşik hayata geçmeye başladığı keşfedildi. Bu keşif, insanlık tarihinin klasik anlatısını değiştirmiştir.

Göbeklitepe’nin keşfi hakkında ilginç bir detay, Alman arkeolog Klaus Schmidt’in bölgede kazı yapılması fikrini ortaya atmasıdır. Schmidt, 1994 yılında Türkiye’ye gelerek, bölgede birçok mimari yapı kalıntısı olduğunu fark etmiş ve kazı yapılması gerektiğini düşünmüştür. Bu fikir, zaman içinde gerçeğe dönüşmüş ve dünya çapında bir keşif olarak tarihe geçmiştir.

Göbeklitepe’nin keşfi, insanlık tarihine ve arkeolojiye yön veren en önemli olaylardan biridir. Kazılar, hala devam etmekte ve keşfedilecek daha birçok sırrın olduğu tahmin edilmektedir.

Arkeolojik Bulgular

Göbeklitepe, dünyanın en eski tapınağı olarak kabul ediliyor. Bu antik şehirde yapılan arkeolojik kazılar sırasında birçok ilginç obje keşfedildi. Bunlardan bazıları şunlardır:

  • T şekilli sütunlar: Göbeklitepe’deki sütunların özellikle T şeklinde olması şaşırtıcıdır. Bu tarz sütunlara nadiren rastlanır ve antik çağlarda genellikle kullanılmazdı.
  • Hayvan figürleri: Göbeklitepe’de bulunan sütunların üzerindeki hayvan figürleri oldukça ilginçtir. Bu figürler, antik insanların tapınaklarında hangi hayvanları kutsal kabul ettiklerini gösteriyor.
  • Çanak ve çömlekler: Göbeklitepe’de yapılan kazılarda birçok çanak ve çömlek bulundu. Bu objeler, antik insanların tanrılara sunmak için yaptıkları sunaklarda kullanılmış olabilirler.
  • Taş baltalar: Antik insanlar, taş baltaları avlanma, tarım ve inşaat işlerinde kullanırlardı. Göbeklitepe’deki kazılarda birçok taş balta bulunması, bu antik şehirde hayatın ne kadar yoğun olduğunu gösteriyor.

Göbeklitepe’de keşfedilen bu ilginç objeler, antik insanların ne kadar gelişmiş olduklarını gösteriyor. Tüm dünya tarafından ilgiyle takip edilen bu kazılar, antik şehirlerin keşfine verilen önemi gösteriyor.

Üçüncü Şehir: Mohenjo-Daro

Hindistan’da bulunan ve Harappa İmparatorluğu’nun bir parçası olan Mohenjo-Daro şehri, MÖ 2500 yılına kadar varlığını sürdürmüştür. Ancak, şehrin sonrasında ne zaman ve nasıl kaybolduğu hala bir gizemdir.

Bir teoriye göre, şehir, çevredeki nehirlerin taşkınları sebebiyle terk edilmiştir. Ancak, yapılan incelemeler su taşkınlarının birçok kez yaşandığını ancak şehrin bu nedenle terk edilmesinin mümkün olmadığını göstermektedir. Diğer bir teori ise, şehrin ticaret yollarındaki önemini kaybetmesi ve bölgedeki diğer şehirlerin güçlenmesi sonucu zayıflayarak terk edildiğidir. Ancak, bu teori de tam olarak doğrulanmamıştır.

Ayrıca, şehirde yapılan kazılarda, bazı evlerde yanık izleri ve iskeletler bulunmuştur. Bu da şehrin bir saldırı sonucu yok olabileceği ihtimalini akıllara getirmektedir. Ancak, bu teori de tam olarak doğrulanmamıştır ve şehrin kayboluşu hala bir muamma olarak kalmaktadır. Mohenjo-Daro şehrini ve kaybolma gizemini çözmek için arkeologlar halen çalışmalarına devam etmektedirler.

Yıkım Nedenleri

Mohenjo-Daro’nun yıkılmasına neden olan birçok teori olsa da, gerçek neden hala bilinmemektedir. Bir teori, şehrin ucuz çamur tuğlalarının fark edilmeden zaman içinde çökmeye başlamasıydı. Diğerleri, yıkımın su hasarı veya nehir taşmasından kaynaklandığını öne sürmüştür. Bazı araştırmacılar, şehirde salgın hastalıkların yayılmasının yıkıma neden olabileceğine inanmaktadır. Bu teorilerin hiçbiri kesinlikle doğrulanmadığından, gerçek neden hala bir muamma olarak kalmaktadır.

Mohenjo-Daro’nun yıkımıyla ilgili başka bir teori, şehre istilacı göçebe grupların saldırısının neden olduğudur. Bu teoriye göre, şehir halkı, çevredeki göçebe kabilelerle geçimlerini sürdüremez hale gelmiştir. Bu da, göçebe kabilelerin saldırısı sonucu şehirlerini yıkarak, bölgede güçlerini korumak istemelerine neden olmuştur.

Ayrıca, bazı araştırmacılar, iklim değişikliklerinin veya kuraklık dönemlerinin de Mojenjo-Daro’nun yıkımına neden olabileceğini öne sürmüştür. Bu teoriye göre, şehirde yaşayanlar gıda kaynaklarına erişmekte zorlanmış ve sonunda göç etmek zorunda kalmışlardır. Ancak, bu teori de kesin olarak doğrulanmamıştır.

Sonuç olarak, Mohenjo-Daro’nun yıkımına neden olan gerçek sebep hala gizemini korumaktadır. Farklı teoriler olsa da, kesin bir yanıt henüz bulunamamıştır. Bu kayıp şehirlerin yıkımı hakkındaki bilgiler, daha fazla keşif yapılması ve tarih öncesi dönem hakkında daha fazla bilgi toplanması açısından önemlidir.

Dördüncü Şehir: Petra

Petra, Ürdün’de yer alan antik bir şehirdir. Yarı çöl bölgesinde yer alan bu şehir tarihi ipek yolu üzerinde yer aldığı için ekonomik açıdan da oldukça önemliydi. Yaklaşık olarak MÖ 312 yılında Nabatean Krallığı tarafından kurulan Petra, yaklaşık olarak MÖ 106 yılında Roma İmparatorluğu’nun kontrolüne geçti.

Petra’nın keşfi ise oldukça ilginç bir hikayeye sahiptir. 1812 yılında İsviçreli kaşif Johann Ludwig Burckhardt, bu antik kenti keşfetmek için çölde bir kılık değiştirerek üstünü başını örtmüş ve Arap dilini konuşabilen biri olarak kendini tanıtmıştır. Burckhardt, yolu Petra’ya düşürdükten sonra bu antik şehirde birçok kalıntı görmüş ve bunları Avrupa’ya taşıyarak Batı dünyasında Petra’nın keşfedilmesine yol açmıştır.

Petra’da bulunan en önemli yapı, kayalara oyulmuş el-Deir manastırıdır. Bu manastırın yanı sıra yaklaşık olarak 800’den fazla kayalara oyulmuş mezar, tapınak ve tiyatrolar da bulunmaktadır. Ayrıca, Petra’nın özellikle turistik açıdan büyük bir önemi vardır; UNESCO tarafından dünya mirası olarak ilan edilmiştir ve yılda milyonlarca ziyaretçiyi ağırlamaktadır.

Petra, sadece mimari açıdan değil, aynı zamanda tarihi açıdan da oldukça önemlidir. Bu antik kent, ipek yolu üzerinde yer alması nedeniyle Romalılar, Arabalar, İbraniler ve Helenistik dönemler boyunca birçok medeniyet için ticari avantajlar sağlamıştır. Ayrıca, bu antik şehir, Indiana Jones film serisinde de yer almıştır ve dünya çapında tanınan bir turistik mekandır.

Keşif Hikayesi

Petra, Ürdün’de yer alan tarihi bir şehirdir. 1812 yılına kadar kayıp olan Petra, İsviçreli gezgin Johann Ludwig Burckhardt tarafından keşfedilene kadar gizemli bir yerdi. Petra, eski Roma, Yunan ve İskenderiye etkilerini taşıyan eşsiz mimarisiyle ünlüdür.

Johann Ludwig Burckhardt, Müslüman olarak kılık değiştirerek, Petra hakkında yeterli bir bilgi elde etmek için bir görevci olarak Ürdün’e gitti. Burada Bedevilerle yolculuk ederek, yüzyıllar boyunca unutulmuş olan Petra’yı keşfetti. Burckhardt, kraliyet hazinesi, kaya mezarları ve tiyatro dahil olmak üzere birçok harika yapı keşfetti.

Petra, UNESCO tarafından Dünya Mirası listesine dahil edilmiştir. Ziyaretçiler, antik kaya yolları, kaya oyma kiliseleri ve küçük yapıları keşfedebilirler. Petra’da en ünlü yapı, Tunç Çağı’ndan kalma ve kumtaşından yapılmış bir yeraltı tünelidir.

Kaya Mezarları

Petra, yarı çöl bölgesinde bulunan bir antik şehirdir. Şehrin belki de en dikkat çekici özelliği, kayalara oyulmuş mezarlar ve tapınaklardır. Bu kaya mezarları, Petra’nın en önemli turistik yerlerinden biridir.

Kaya mezarları, Petra halkının önde gelen ailelerinin üyelerine ayrılmıştı ve uzun bir süre boyunca burada gömülmüşlerdi. Bu mezarların birçoğu, ölülerin yakınında bulunan eşyalar ve süslemelerle dikkat çekiyor. Bunlar arasında heykeller, mezar kapıları ve duvar resimleri yer almaktadır.

Petra’da bulunan en büyük kaya mezarı, El-Khazneh ya da “hazinesinin hazinesi” olarak bilinen bir tapınaktır. Bu tapınak, Yamani kabilesinin önde gelen ailesi tarafından inşa edilmiştir. Taş oymacılık teknikleri ve dikkat çekici detayları nedeniyle, El-Khazneh Petra turistlerinin en çok ilgi gösterdikleri yerlerden biridir.

Her ne kadar bu kaya mezarları sayısız turist tarafından ziyaret ediliyor olsa da, birçoğu hala keşfedilmemiş veya restore edilmeyi bekliyor. Bu da, Petra ve benzeri antik şehirlerde bundan sonraki keşiflerin heyecan verici olabileceğini gösteriyor.

Beşinci Şehir: Ani

Ani, Ermenistan’da yer alan geçmişi MS 5. yüzyıla kadar uzanan bir şehirdir. Şehrin mimari özellikleri, farklı dönemlere ait kültür ve sanat eserlerinin birleşimiyle oluşmuştur. Şehrin etrafındaki surlar, kuleler, kiliseler, camiler ve hamamlar ile bu uyumun en güzel örneklerinden birisidir.

Ermeni ve Bizanslıların yönetiminde olan şehir, ticaretin yoğun olarak yapıldığı bir noktada yer alıyordu. Ani, İpek Yolu’nun da geçtiği bir yerdi ve bu nedenle tarihi boyunca farklı medeniyetlerin etkisi altında kalmıştır. Şehrin en önemli yapısı olan Ani Kilisesi, Ermeni mimarisinin en güzel örneklerinden biridir. Kilise, kubbesi ve minareleriyle görenleri kendine hayran bırakır. Kilisenin yapım tarihi hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte, MS 10. yüzyılda yapıldığı düşünülüyor.

  • Ani, tarihi boyunca birçok istila ve savaşa maruz kalmıştır. Bu savaşların en büyük etkisi, şehrin yıkılması ve neredeyse tamamen terk edilmesi olmuştur.
  • Ancak, Ani’nin mimari özellikleri ve tarihi önemi sebebiyle, UNESCO tarafından Dünya Mirasları Listesi’nde yer almaktadır. Şehrin yeniden restore edilmesi ve turistik bir yer haline getirilmesi için çalışmalar sürdürülmektedir.

Ermeni Hükümdarlığı

Ermeni Krallığı döneminde, Ani şehri Bizans İmparatorluğu ile çekişme halindedir. İmparatorluğun gücünü zayıflattığı bir dönemde, Ani şehri Ermeni Kralları için stratejik bir bölgede yer almaktadır.

Ani şehri, Ermeni Krallığı döneminde başkent olarak kullanılmış ve uçsuz bucaksız regionları kontrol etmek için kullanılmıştır. Urartu ve Selçuklu İmparatorlukları tarafından kuşatılmış olsa da, Ani şehri hiçbir zaman düşmemiştir.

  • Ermeni Krallığı döneminde yapılan mimari çalışmalarla, bugün hala ayakta olan birçok yapıya sahiptirler.
  • Ani Katedrali, Ermeni Kilisesi, bulundukları dönemi yansıtan kaya mezarları ve ibadethaneler dönemin inşaatlarındandır.

Ani hükümdarlığı, bölgenin düşmanlarına karşı tarihi bir savunma hattı oluşturarak, stratejik önemi sayesinde Ermeni Krallığı’nın varlığını korumaya yardımcı oldu.

Ani Kilisesi

Ani Kilisesi, Ermenistan’daki Ani şehrinin en önemli yapısıdır. Orta Çağ Mimarı’nın en büyük eserlerinden biri olarak kabul edilir. Kilisenin inşası, Ermenistan’ın Bagratuni Hanedanı döneminde gerçekleşti. Kilisenin içindeki freskler ve heykeller döneminin sanatsal özelliklerini yansıtır. Çapraz planlı kilise, dört kubbe ve kubbenin üstüne yerleştirilmiş bir çan kulesi ile göze çarpar.

Ani Kilisesi, birçok saldırıya uğramış ve yıkılmış olmasına rağmen, Ani’nin tarihi ve kültürel önemini korumaktadır. Kilisenin 1. yüzyılda inşa edilmiş olan karşısında bulunan Şirvanşahlar Sarayı da oldukça önemlidir.

Ani Kilisesi’nin yakın zamanda gerçekleştirilen restorasyonu, turistlerin bölgeyi ziyaret etmesini sağlamıştır. Kilisede yer alan mozaikler, freskler ve mimari özellikler ziyaretçilerden yoğun ilgi görmektedir. Ani Kilisesi, Ermenistan’ın ve dünya tarihinin önemli bir parçasıdır ve günümüze kadar gelebilmiş olması büyük bir şanstır.

Keşfedilmeyi Bekleyen Şehirler

Dünya üzerinde keşfedilmeyi bekleyen birçok antik şehir var. Bu şehirler, tarih boyunca yaşamış olan medeniyetlerin izlerini taşıyor olabilir.

Örneğin, Batı Afrika’da, Libya’da bulunan Leptis Magna şehri tamamen keşfedilmemiş durumda. Bu şehir, Roma İmparatorluğu döneminde önemli bir liman kenti olarak bilinir.

Ayrıca, Tayland’da bulunan Siedlungsuang şehri de henüz tam olarak keşfedilmemiştir. Bu şehirdeki kalıntıların, Dvaravati Krallığı dönemine ait olabileceği düşünülmektedir.

Türkiye’nin doğusunda, Güneydoğu Anadolu’da ise birçok antik şehir henüz tam olarak keşfedilmemiş durumda. Bu şehirlerin arasında Notrak Kilisesi kompleksi, Germuş Dağı’ndaki Roxul Kalesi, ve Diyarbakır’ın kuzeydoğusundaki Guzana Antik Kenti bulunmaktadır.

  • Leptis Magna – Batı Afrika
  • Siedlungsuang – Tayland

Keşfedilmemiş antik şehirler hakkında daha fazla bilgi elde edildikçe tarih ve arkeolojiye önemli katkılar sağlayabilirler.

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir